17 Ekim 2012 Çarşamba

Robert Breer: Saniyede 24 kare (kere) sinema

Eylül 2011 tarihinde Altyazı Dergisi'nde Robert Breer hakkında küçük bir yazım yayınlandı. En sevdiğim iki yönetmenden birinin ölümü üzerine yazdığım bu yazıyı aradan neredeyse bir sene geçtikten sonra siz güzel Küçük Sinemalar okuyucularıyla paylaşiyim dedim. İzinleri ve bana yer verdikleri için Altyazıcı kardaşlarıma teşekkür ederim. Yazı dergide yayınlandığı şekliyle alttadır. Ya da pdf olarak burdan indirebilirsiniz.





 “Yaşasın formsuz film! Edebi olmayan, müzikal olmayan, hikâye anlatmayan, görsel... Soyut bir dansa dönüşmeyen, ya da bir mesaj vermeyen... İmajlarından kaçılamayan... Kelimelerin imaj veya sesler olduğu, ve düşünceler gibi atlayıp zıplayan... Aynı yemek yemek gibi, bakmak, koşmak gibi bir deneyim... Ağaç veya binalar gibi bir nesne... Akan ve çarpışan... Bir anlam üretmektense, kendisi bir anlam olan.”
- Robert Breer



Amerikan avangard sinemasının kurucularından, belki de gelmiş geçmiş en büyük birkaç yönetmenden biri olan Robert Breer 11 Ağustos’ta 85 yaşında hayatını kaybetti. 1926’da Detroit’te doğan Breer, mühendislik eğitiminin ardından Paris’te Mondrian’ın etkisinde resimler yaparak yaşamaya başladı. Daha sonra da küçük kartlara yaptığı resimlerden flip-booklar ve de bunlardan oluşturduğu filmler... Animasyonlar, kamerayla çekilmiş görüntüler, arka arkaya dizilmiş kareler, gazete kupürleri ve bunların her türlü karışımını, çoğunlukla bir veya birkaç kare kadar kısa, bazen de daha uzun göstererek ve bunların değişik dinamikleriyle oynayarak filmler yapıyordu. “Birbirini art arda hızla takip eden ve harekete dönüşen kareler. Sinema budur,” diyor ve animasyonlarında bu gerçeği değişik ritimler yaratmak için kullanıyordu. 1956’da yaptığı REcreation’ın yapım sürecini ise şöyle anlatıyordu yıllar sonra: “Elime gelen her şeyi filme koyuyordum. Ama genelde birbirinden mümkün olduğunca farklı imajları arka arkaya dizmeye çalıştım. Akıcılığı ne kadar bozabilirsem o kadar iyi.” Halen de filmlerini izlerken, bu hızlı ve çarpıcı devinim, izleyiciyi saniyenin 48’de birini (kareler arasındaki karanlık süreleri de sayarsak) hissetmeye zorlar... Aslında dikkat etmeye pek alışık olmadığımız bu zaman hissi Breer’in kesik ve saçık ritimleriyle birleşince, hiçbir zaman ‘müzikal’ olmayan ama saniyede 24 kare (kere) sürpriz dolu bir sinema çıkıyor ortaya. Avangard sinemanın bir başka ustası Jonas Mekas, Breer’in filmlerini bir ‘mutluluk sineması’ olarak tanımlıyor, “Breer’in filmlerini izlerken fark etmeden gülmeye başlarız,” diyor. Kişisel his dünyasını, korkularını, cinsel arzu ve sıkıntılarını, soyut konusundaki fikirlerini, soyut olanla olmayan arasındaki ince çizgiyi, sinemadaki derinlik ilüzyonunu, yaşlanma hissini, ölüm korkusunu, mekân ve perspektif algılarını aynı filmlerin içine yedirerek, belki de sinemada insanın ettiği en güzel danslardan birini yaratmayı başardı Breer. Filmlerinin gerçek formatları olan 16mm’de, ülkemizde de gösterilmesi dileğiyle...


6 Şubat 2012 Pazartesi

Akbank Sanat Galerisinde Michael Snow!

Akbank Sanat Galerisi 25 Şubat'a kadar Michael Snow sergisine ev sahipliği yapıyor.

Deneysel sinemanın İstanbul'da ne kadar az bilindiği düşünülürse Michael Snow'un ufak bir sergisinin İstanbul'a uğraması yılın sinema olayı sayılabilir. Gerçi sergide deneysel sinemadan ziyade enstalasyona kayan işler var. Ama işlerden bir tanesinde Snow şöyle bir cümle okutuyor bize(aklımda kaldığı kadarıyla): ''Ortalama galeri izleyicisinin ortalama bir galeride duvara yansıtılmış bir işi izleme süresi 10 saniyedir. 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10. Biz şimdi aramızda bir anlaşma yapıp bunu bozalım.''

Sinema hissinden %100 kopuş sözkonusu değil. Örneğin alt kattaki dört duvara yasıtılmış piyanoların olduğu oda, korkutucu bir özgürlük hissi vadediyor: Kurgusunu(ki buna ses kurgusu da dahil) izleyicinin yaptığı bir çeşit soyut film. Yorumu izleyiciye bırakılmış bir ham malzeme. Sanki Snow önünüze bu malzemeleri atıyor ve ''hadi bakalım, oyna şimdi, canın nasıl oynamak isterse'' diyor. Kaosla(ya da özgürlük denilen şeyle) sizi tek başınıza bırakıyor. O nedenle hem kozmik, hem de oldukça kişisel bir deneyim. Üst kattaki ''That/Cela/Dat'' hem bir monolog, hem bir diyalog, hem de(odada birden fazla kişi olduğu anda) toplu halde yaşanan bir deneyim. Sanat eseri mi sizle konuşuyor, siz mi sanat eseriyle konuşuyorsunuz belli değil. Michael Snow belli ki bu tarz anlam kaymalarından çıkan gerilim ve mizaha bayılıyor . ''SSHTOORRTY'' adlı işini ''a moving picture about a moving picture'' olarak tanımlaması belki de tüm sergideki mizah duygusunun doruk noktası.

Sergide dinleyebileceğiniz Michael Snow imzalı müzikler de var: ''W in the D'' adlı dakikalarca süren bir ıslık doğaçlamasının en ilginç taraflarından biri hiç kurgulanmamış ya da dijital bir süreçten geçirilmemiş olması. Kendi başına zaten heyecan verici bu müziksel deneyime paralel olarak, Snow fiziksel olarak kendini sınıyor. Islıklar arasında nefes alıp vermek zorunda oluşunu deneyimlemek kelimelerle anlatılamayacak kadar sarsıcı bir deneyim. Benim için Snow'u Snow yapan şeyin özeti burada yatıyor: Kavramsal olanı inanılmaz ruhi bir boyutta yapması…ya da tam tersi.

Sergiye ilgili ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Michael Snow'un eserleri 25 Şubat'a kadar Aksanat'ta. KAÇIRMAYIN!


Evet, Küçük Sinemalar bu konuda daha önce yazı yazmadığı için tutuksuz yargılanmalı, haklısınız. Suçumuzu kabul ediyor, pişmanlığımızı açıkça ilan ediyoruz.

Rüya gibi zaten. Sadece deneysel sinemanın değil, tüm sinema tarihinin en büyük 20-30 yönetmeni arasında büyük bir içrahatlığı ile sayılabilecek Michael Snow, evet T-H-E Michael Snow'un videolarından oluşan bir sergi şu anda İstanbul'da Aksanat'ta devam ediyor. Bu sergi 18 Ocak'ta başladı, bugün Şubat'ın 6'sı, yani tam 19 gün gecikmeli olarak yazıyoruz bu yazıyı. Ulan o zaman siz ne işe yararsınız diye soracağınız tutarsa, ne diyelim, haklısınız. Neyse, geç olsun, güç olmasın deyip kendimizi avutuyoruz.





Bu sergi 25 Şubat'ta bitiyor. Yani halen gidip görecek BOLCA vaktiniz var. Belki birileri kızacak ama, etrafta 'sanat' diye bize pazarlaması yapılan binlerce şeyin arasında Michael Snow'un eserleri o kadar gerçek, o kadar insan, o kadar güzel, o kadar dahiyane duruyor ki. Ve tabi, bu sefer 10 saniyenizden daha fazlanızı ayırmanız gerekecek bu ilk bakışta basit görünen başyapıtların hakkını verebilmek için.

Önce isterseniz Michael Snow kimdir, ordan başlayalım. CFMDC'nin (Canadian Filmmakers Distribution Center / Kanadalı Yönetmenler Dağıtım Merkezi) biosunu da okuyabilirsiniz.

1929 doğumlu Michael Snow birçok medyada çalışan ve bunların hepsinde müthiş eserler üreten bir sanatçı: film, fotoğraf, holografi, müzik, kitap, video, ses enstallasyonu, heykel, resim ve çizim. Snow, Kuzey Amerika deneysel sinemasının babalarından. 1967'de yaptığı Wavelength halen o dönemin en önemli eserlerinden sayılıyor ve deneysel sinemaya azıcık yer veren kitaplarda bile yer bulan nadir deneysel filmlerden. 1974'te yaptığı 270 dakikalık Rameau's Nephew by Diderot (Thanx to Dennis Young) by Wilma Schoen ise belki de Michael Snow'un başyapıtlarının başyapıtı. Filmlerinde, videolarında ve diğer tüm eserlerinde, kavramsal olanı biçim olarak da güzel olan ve bu ikisinin birbirinden ayrılamayacağı müthiş bir potada eritiyor. Snow'un yapıtlarını izlerken insanın aklından binbir düşünce geçiyor ama aynı zamanda yapıtlar, izleyicinin hep o anda bakmakta olduğu şeye özellikle dikkat etmesini sağlıyor. Yani 'burda', 'şimdi' olan ve deneyimi yaşayan kişinin o anda yaşamakta olduğu deneyime çok önem veren yapıtlar bunlar. New York'ta kendisine konuyla ilgili bir soru sorduğumda da bana kavramsal olanla duyusal olanın birbirinden ayırt edilemeyeceğini ima eden bir cevap vermişti. Neredeyse tüm eserlerinin derinliklerine işleyen mizah ise ekmek kadayıfının üzerindeki kaymak gibi.

Zaten CFMDC'nin sayfasında da belirtildiği üzre, Snow eserlerini 'duyusal felsefe' olarak niteliyor ve 'Bir medyayı diğerlerinden ayıran temel özellikler nelerdir?' sorusunu soruyor.

Ve hepimizin bildiği üzere, sinemanın materyelleri, yani özü, ışık ve zaman (hikaye, karakterler, psikolojiler veya hareket değil).

Aksanat'taki işler için de bütün bunlar geçerli tabi. 83 yaşında halen Michael Snow'un ne kadar üretken olduğunu ve halen gücünden birşey yitirmediğini gayet açıkça görebiliyoruz.

Aslında burada bu eserler hakkında da birşeyler karalamak isterdim ama siz de takdir edersiniz ki bu kadar büyük deneyimleri bazen kelimelerle anlatmak çok zor olabiliyor. Umuyorum ki, Aksanat'a önümüzdeki günlerde birkaç kere daha uğradıktan sonra eserlere özel birşeyler de yazabilirim. Şimdilik oradaki favorilerimin SSHTOORRTYPiano Sculpture, Condensation: A Cove Story ve tabi ki That/Cela/Dat olduğunu söyleyebilirim.




Bence 2005 yılının en büyük sinema olayı olan SSHTOORRTY videosu için Michael Snow şöyle diyor: ''Bu resim hakkında bir 'resim'. Renklerin hareketli bir şekilde birbirine girmesi beni çok ilgilendiriyordu. Renkleri de aralarındaki ilişkilerin nasıl olacağını tahmin etmeye çalışarak seçtim. Bu 'görüntülü' bir iş ve benim için birşeye o anda bakıyor olmanın deneyimi, izleyicileri 'başka dünyalara' götürmekten çok daha önemli.''

Yazının tamamını İngilizce olarak burdan okuyabilirsiniz.

Son olarak da üstad ile güzel bir röportaj.

Aksanat'a ve bu sergide emeği geçen herkese bu müthiş deneyim için teşekkür ediyoruz!